
![]() | ![]() |
---|---|
![]() | ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | ![]() |
Değişen veya gelişen teknoloji, toplumun yaşam biçimlerindeki var olan meslekleri de etkiliyor. Zanaat tarafı ağırlıklı olan meslekler gelişen teknoloji ile yok oluyor. Örneğin, kalaycılar, yorgancılar, demirciler, terziler, şipşak fotoğrafçılar vb. Bu meslekler sanayilere mi dönüştü, yoksa bu mesleklere gereksinim mi kalmadı veya tamir ettirecek eşyamız mı yok. Diğer açıdan baktığımızda ise kaliteli veya kalitesi düşük üretilenleri tüketmek için mi varız. Yoksa tüketim ekonomisine yenik mi düşüyoruz. Artık kaybolan meslekleri ve ustalarını çok az da olsa onların sadece var iken çekilmiş fotoğrafları ile mi hatırlayacağız. Bana bunları anımsatan fotoğrafta teknolojinin hızla gelişmesi sonucu, analog fotoğraftaki karanlık oda, film ve Analog Fotoğraf Makinelerinin yerini sayısal fotoğrafın almış olması mı ? Bu hızlı gelişim kuşaklar arasındaki ortak dili yok mu etmek istiyor? Çünkü analog fotoğraf için hazırlanan sözlükler bile değişiyor. Sayısal fotoğraf için yeni Türkçe sözcüklerin oluşması gerekiyor. İçinde bulunduğumuz çağ hızla değişiyor. Teknolojik gelişmeler, zaman açısından yaşamımızı kolaylaştırırken, diğer taraftan doğal dengeleri bozuyor. Endüstrileşme ise doğal yaşama büyük zarar veriyor. Bütün bunların sonucu kültürüne yabancı, sevgisiz bireyler ve insan toplulukları oluşuyor. Teknolojinin getirdiği diğer bir olumsuzluk ise Türkçemizin gittikçe yozlaşmasıdır. Zengin bir tarihsel geçmişi olan Türkçemiz yabancı kelimeler tarafından bozulmaktadır.
Fotoğrafın, kısa bir zaman dilimi öncesine baktığımızda, Belgesel Fotoğrafı kısaca “Gerçeği ve o anı gösteren” kanıt olarak tanımlanıyordu. Hatta adli olaylarda bile kanıt olarak kullanılabiliyordu. Sayısal fotoğrafta ise, istediğimiz kişiyi veya objeyi rahatlıkla bilgisayar ortamında istediğimiz yere yerleştirebiliyoruz. Böylece belsel fotoğrafında tanımını yok ediyoruz. Fotoğrafın son zamanlardaki teknik gelişmeleri şaşırtıcı. Şu an için en şaşırtıcı tarafı ise 21. Yüzyıl fotoğrafı şimdiye kadar hiç görülmemiş yaygınlığa kavuşturdu. Sayısal fotoğraf makineleri çekim uygulamalarını teknik olarak çok kolaylaştırdı. Bunun yanı sıra fotoğrafı çok ucuzlattı. Kullanımı basit, bilgi istemeyen bir teknoloji sonucu herkes fotoğrafçı olabildi. Sayısal devrim, görsel bir üretim değil, görsel birikim üzerine kuramsal ve kavramsal birikimi de getirmeliydi. Fotoğraf bir düşünce haline gelmedikçe olumlu bir sonuca varılamaz. Fotoğrafı sadece fotoğraf makinesi üretmez, bilgi ve kültür üretir. Felsefe, sanat tarihi, psikoloji vb… farklı alanların birikimleriyle kaliteli görsel sonuçlara varılır. Özeleştirimizi yaptığımızda, herkes fotoğrafçı fakat fotoğraf sanatçısı değil çünkü sanatı sanatçılar yaparlar. Sanatçı, eserini doğanın objektif güzelliği ile kendi içgüdüsel duygularının sübjektif güzelliğinin karışımı ile oluşturur. Sonucun özgün olabilmesi için, o eserin sanatçıya ait ve deneyimlerinin bir parçası olması gerekir. Tolstoy “insanların düşüncelerini dil arayıcılığı ile, duygularını da sanat aracılığı ile birbirine ilettiklerini” ifade etmiştir. Sanatçının yeteneği, yarattığı imgelerin özgünlüğü ve bireyselliği ile ölçülür. Sanatın gücünü belirleyen de bu özelliklerdir.
Çek Cumhuriyetine gittiğimde benim için çok enteresan ve ürkütücü olan insan kemiklerinden oluşan kilise Kunta Hora’da çekmiş olduğum fotoğraflar arasından seçerek sizlerle paylaşmak istedim. 1318' e kadar vebadan veya savaşlarda ölen 30,000 den fazla kişinin cesetleri kutsal olarak görülen bu kilesinin olduğu yere gömülmüştür. 1511'de diğer cansız bedenlere yer açabilmek için eski kemiklerin bir kısminin yerlerinin değiştirilmesi gerekmiştir. Bunlar daha sonra ürpertici eserlerin malzemesi olmuşlardır. Kilisenin duvarlarında binlerce kurukafa ve insan kemiği bulunmakta hatta avizesi bile kemiklerden oluşmaktadır. Kilise içindeki Slojen ailesine ait olan ve kemiklerden yapılan arma en önemli kısımdır. Bu armada; bir kurukafanın gözlerini oyan bir karga amblemi (kemiklerden yapılmış bir karga) bulunmaktadır. Rivayete göre kurukafa bir Türk’ü temsil etmektedir ve karga Türkün gözünü oymaktadır. Günümüzde birçok kimse tarafından sanat eseri olarak görülüp değerlendirilen bu kiliseye yüklenen veya yakıştırılan “sanat eseri” sıfatı kavramları ve kavramlar içine gruplanmaya çalışılan anlayış, yaklaşım ve üretimleri yeniden düşünme ve değerlendirmeye ihtiyacımız olduğunu göstermektedir. Bu kadar karmaşa yaşanan bu günlerde, sanat nerede, nasıl ve kişilere katkısı nedir, temel bilgiler ve bilinen kuramlar nerededir, sizlerin yorumuna bırakıyorum.
Güler Ertan